Gökkuşağının Renklerinden Bir Devrimci: Aydan Ezgi – Burak Keleş

Türkiye ve Kürdistan’ın bir yanında LGBTİ+’ların yürüyüşler düzenlediği, kutlamalar yaptığı, tekçi- fobik faşist devlete bir kere daha kendi kimliklerini kabul ettirmek için “Varız, buradayız!’’ dediği Onur Ayı’nı geride bırakmaya yaklaşıyoruz. Aynı zamanda sömürgeci burjuva devletlerin körüklediği bir savaştan geride kalan sorunlarla mücadele için harekete geçen, Kobanê’de yıkılmış bir kenti inşa etmeye giden 33 yoldaşımızın Suruç’ta katledildiği Temmuz ayına giriyoruz. Bu iki önemli, hikayesi birbiriyle kesişen iki ayda yaşam ve mücadele savaşımımızı sürdürürken mutlaka anmamız ve kendisinin hayatından bizlere hangi anlamların düştüğünü sormamız gereken bir isim var: Aydan Ezgi Şalcı.

Ezgi 26 Mart 1996’da Ordu’da doğdu. Biz onun faşizme karşı olan mücadelesine önce DEV-LİS ardından da LÖB saflarında, lise yıllarında tanıklık etmeye başladık. Ezgi o yıllarda mücadelesini anlayamayanların eleştirilerine müsaade etmeden devrimci hayatına adım aldı. Lisenin ardından SGDF saflarında; kadınların, LGBTİ+’ların, Kürtlerin, genç yoksulların mücadelesinde yer aldı. O tekçi faşizme karşı koyma yolunun ancak örgütlenmekten geçtiğini çok iyi biliyordu. Bu doğrultuda Ezgi, Samsun’da Kızıl Okyanus LGBTİ+’nın kurulmasına büyük katkılar sağladı ve kentteki ilk LGBTİ+ yürüyüşünü düzenledi. Çevresindeki LGBTİ+’lar onu direncini hiç kaybetmeyen mücadeleci bir kadın olarak tanımlardı. O da bunu kanıtlarcasına, kuruluşunda bile inkarcılık siyaseti yatan eli kanlı bir devlete, hiç boyun eğmeden “LGBTİ+’lar var ve burada!” dedi. O yıllarda Samsun’un sokakları Ezgi’nin ve yoldaşlarının sloganlarıyla inledi. Ezgi slogan atmak için megafona ihtiyaç duymazdı çünkü onun gür sesi zaten kitlelere rahatlıkla ulaşırdı. Kendisi eylemlerde hep en önde olur, çevresindekilere güç verirdi. Arkadaşlarının anlatımına göre her zaman saldırılara karşı yoldaşlarını kollar, bir saldırı anında ise kitleyi hızlıca bir araya getirirdi. Yine üniversitesini okuduğu Samsun’da 1 Mayısları düzenleyenlerdendi, insanları kalabalık halaylarda yan yana getirirdi. Onun rahatlığından ilham alanlar onu hiç tanımasa da rahatça yanına gidip sohbet ederdi. Toplumun erkek egemen güzellik anlayışına da aldırış etmezdi Ezgi, kendisini tanımayanlara telefonda “Uzun boylu, iri ve kızıl saçlı bir kadın görürsen o benim işte!” diyerek tanıtırdı.

Kadınların ve LGBTİ+’ların mücadelesinin tam ortasında yaşayan Ezgi, Kobanê İnşa Kampanyası ile birlikte yıllar süren işgalci savaşın yıprattığı Kobanê’ye ve bir halkın kalbine güç vermeye karar verdi. Bu amaçla SGDF’nin çağrısıyla düzenlenen yıkılmış bir kenti inşa kampanyasına dahil oldu ve hem kendinin hem de çalışmanın niteliğini yükseltmek için yola çıktı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanından insanları ve insanlara umudu o da buradan örgütledi. “Kobanê’deki savaş ortamında biz ne yapabiliriz ki?” diye soran bir arkadaşına “Hiçbir şey yapamazsak çocuklarla konuşur, onların yanında olabiliriz’’ demişti giderken. Ezgi bu sefer de o çok övülen neşesini çocuklara yaymak için yola çıkmıştı. Hazırlıklar tamamlandığında o da diğer tüm yoldaşlarıyla birlikte 20 Temmuz 2015’te Suruç kentindeydi. Tarihi katliamlarla dolu olan devlet, bu sefer de IŞİD ile el ele verip Suruç’ta yüzden fazla insanı yaraladı ve otuz üç genci de katletti, katledilenlerden birisi de Ezgi’ydi. Ezilenler için çıktığı bu yolda ölümsüzleşmeden daha on gün önce Ezgi, arkadaşına LGBTİ+’ların sorunlarına eğilen bir kitap çıkarmak istediğini söylemişti. “Duyulmayan sesleri duyurmak” idi niyeti. Ölümsüzlüğünün ardından yoldaşları, hiçbir düş yarım kalmayacak sözüne sadık kalarak Ezgi’nin hayalini gerçekleştirdi ve duyulmayan seslerin mektuplarını toplayarak “Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar’’ kitabını ortaya çıkarmış oldu. Kitapta onlarca farklı kentten LGBTİ+’lar Ezgi’ye mektupları yazmışlardı.

İşte böylece bir devrimcinin hayatına son nokta koyulmuş oldu… Dersem de inanmayın. Aydan Ezgi Şalcı’yı anmak yalnızca onun ölümsüzleştiğini söylemek, onun hikayelerini baştan anlatmak değildir. Onun kahramanca denilecek mücadele yaşamını görüp kendinde bunu özümseyerek onu bir kere daha yaşatmaktır. Kim son noktayı koyabilir ki biz bunu başarabilirsek? Onur Ayı ile 20 Temmuz’un kesişiminde dururken görevimiz, bu genç devrimci kadının hayatından bizlere düşen anlamı görmektir: Yaşamak, mücadele etmektir!

Hayatına dair bu yazıyı yazmak için tekrar hayatını okuduğumda bana da çok şey katan bu devrimci kadınla ilgili yazımı yine onun sözleriyle bitirmek istiyorum. “Bizler, mücadelenin mutfağında olmayalım. Onun öncüsü olalım!” Şimdi sıra çağrısını duymaktadır.