Siyasal ve ekonomik çelişkilerin etkisini toplumda yoğun bir şekilde hissettirmesi, egemenler cephesinde büyüyerek gelişen bir gerilim yaratıyor. Bu tablodan çıkış yolu arayan egemenler, çürümüş sistemlerinin bataklığında hareket ettikçe daha da dibe batmakta. Emeği patronlarıyla sömüren, doğayı talan ile yok eden, kadınları ve çocukları katliam ile sindirmek isteyen faşist rejim, gençlik içinde fikri iktidarını tesis etmek için politik-ideolojik tüm araçlarıyla yeni döneme hazırlanmakta. Emekçilerden açlar ordusu yaratan faşist rejim, bir diğer yandan da ordusunu Kürdistan işgali için seferber etmiş durumda. Toplumsal ve siyasal çürümenin iç içe geçtiği bu çıkmazın içinden kendisini alternatif olarak sunan burjuva muhalefet ve yine kendisini düzen karşıtlığı üzerinden kitlelere meşru olarak sunmaya çalışan yeni faşist hareketler ise toplumun üzerine çökmüş durumda. Bu çürümüşlük içinde her türlü baskıya rağmen tümüyle rejime teslim olmayan ama devrimci bir karaktere de bürünemeyen gençliğin öfkesi ise düzenin karşısında güçlü bir zeminde birleşemediği gibi ya yeni faşist hareketler eliyle ezilenlere yöneliyor ya da içe dönerek umutsuzluk ve gelecek kaygısı örgütlüyor.
Kampüsleri Yeniden Kuşatalım
Mevcut tabloda sorulması gereken soru şudur: Faşist rejim gençliğe en çok nereden saldırıyor? Pek çok yanıt verilebilir olmakla birlikte, gençliğin rejim ile en fazla karşı karşıya geldiği sorunların yoksulluk ve faşist baskılar olduğu söylenebilir. Son üç senedir bir gençlik ayaklanmasının nüveleriyle açığa çıkan kitlesel barınma eylemleri, iktidarın barınma krizini hafifletmek için attığı kimi adımlarla sönümlenmeye çalışılsa da yeni dönemin en yakıcı sorunu olmaya devam etmektedir. Faşist baskı ve yasaklar ise dönem tanımaksızın uygulamaya konulmaya devam ediliyor. İki gündemin de kendini yoğun olarak hissettirdiği alanlar kuşkusuz ki kampüslerdir. Daha dönem açılmadan başlayan kayyum atamaları, yemeklere ve KYK yurtlarına gelen fahiş zamlar, faşist rejimin öğrenci gençliğin politik özgürlüğüne yönelik baskı ve yasakları, mücadelenin adresini bir kez daha kampüsler olarak işaret ediyor. Yeni dönemde bu iki gündem önümüze alınmalı ve bu sorunlar ekseninde açığa çıkan öfkeyi mutlaka devrimci saflarla buluşturmayı hedeflemelidir. Bu doğrultuda görevleri somut ve belirli, örgütsel gelişim ufkuna sahip birimler üzerinden kampüsleri kuşatmak ve kaybedilen mevzileri kazanmak, döneme başlarken ana hedef olmalıdır.
Gençlik için faşizmin saldırdığı yerden örgütlenmek zorunluluktur. Eğer bugün iktidar on gencin dahi bir araya gelmesinden, devrimci bir fikir ve iddia taşımasından korkuyorsa o zaman tam olarak bu noktayı güçlü tutmak gerektiğini görmeliyiz. Özellikle de dönem başlangıcında üniversitelerde kurulan her bir birim, odaklı adımlar alarak öğrenci gençlik ile devrimci saflar arasında esnek araçlar kurmayı önüne almalıdır. Sistemin “çıkmaz”ı içinden çıkmak için öğrenci gençliği kendisine düzen dışı bir alternatif olarak sunan sosyal şoven ve yeni faşist hareketlerin karşısında dönem başında her açıdan devrimci alternatifler yaratılmalı ve kitlelerle buluşturulmalıdır.
Genç kadınlar ve LGBTİ+lar yaşanan baskı ve yasaklardan da yoksulluktan da daha yoğun etkilenmektedir. Bu durum karşısında kadın özgürlük mücadelesi ve LGBTİ+ özgürlük mücadelesi ile daha güçlü bir bağ kurmalı, politik refleksler artırılmalıdır. Ele aldığımız toplumsal çürümenin bugün kendisini su yüzüne çıkardığı yer en çok da kadın düşmanlığı ve LGBTİ+ düşmanlığıdır. Sistem, krizi içerisinde kendisine ittifaklar aramakta ve yönünü yoksulluk ve erkeklik krizi içerisindeki genç işçi-öğrenci erkeklere yöneltmekte, toplumsal öfkenin bir bölümünü bu yolla kendine yedeklemek istemektedir. Çürümenin bu görüngesi dönem bakımından iyi kavranmalı, kavratılması için dönem boyunca atölye, okuma grupları, tartışma grupları gibi araçlar ile eğitimler örgütlenmelidir. Bu çürümeye karşı mücadele yalnızca bir kendini yeniden inşa olarak kalmamalı, genç kadın ve LGBTİ+ların özlemleriyle gençlik hareketini buluşturmak için politika yapmak, tamamlayıcı bileşeni olarak ele alınmalıdır.
MESEM’ler Kapatılsın, Çocuk İşçiliği Yasaklansın!
Mücadele kuvvetlerinin geriye çekildiği bu dönemde örgütsüzlüğün en ağır sonuçları kuşkusuz demokratik lise mücadelesinde yaşanmakta. Faşist rejim, ÇEDES ile eğitimi ve müfredatı cemaat ve tarikatlara peşkeş çekerken, MESEM ile de çocukları ucuz iş gücü olarak patronların emrine sunuyor. Sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacını yönelik olarak meslek liseleri ve MESEM’ler üzerinden yasallaştırmaya çalıştığı staj sömürüsü, sosyalist gençliğin dönem başındaki başlıca gündemlerinden olmalı. MESEM uygulamalarının olduğu liseler özel olarak ele alınmalı. Mahalleler ve OSB’ler içinde yer alan Mesleki Eğitim Merkezlerinin önleri, bünyesinde Anadolu ve Anadolu Meslek programlarına ek olarak MESEM programı da barındıran liseler, MESEM kapsamında stajyer öğrenci olarak çocuk işçi çalıştıran fabrikalar ve atölyelerin mevkiileri güçlü ajitasyon ve propaganda faaliyetiyle kuşatılmalıdır. Liselilere yüzümüzü dönmek aynı zamanda dönem gerçekliği içerisinde gençleştirilen, çocuklaştırılan işçi sınıfına yüzümüzü dönmek olarak da kavranmalıdır.
Dönem bakımından liseli gençlik kitleleri içerisinde bir diğer önemli gündem ise faşist örgütlenmelerdir. Bir yandan faşist şeflik rejimin siyasal İslamcı eleğinden geçirilen liseli gençlik diğer yandan da yükselen yeni faşist hareketler etkisine yoğun olarak maruz kalmakta, sosyal medya bu noktada önemli yer tutmaktadır. Bu hegemonyayı kırmak için liselerin açıldığı ilk anda örgütlü mücadeleye çağrı yoğun bir vaziyete bürünmelidir. Demokratik gençlik hareketinin yüz yüze olduğu liselerde yaşanan devrimci yön kaybı ile yüzleşmeli, devrimci demokratik hareketin gelişmesi ile liseli gençlik mücadelesi arasındaki zorunlu bağ hatırlanmalı ve pratikte yanıt olunmalıdır.
Antifaşist Birleşik Mücadeleye Çağrı
Çelişkilerin merkezinde faşizm varsa buna karşı geliştirilecek olan hattın merkezinde de antifaşist mücadele olmalıdır. Dönemin bize verdiği mesaj nettir: Antifaşist birleşik mücadele bir tercih değil, zorunluluktur. Yeni dönemin gençliğin tüm katmanlarında tutması gereken en kritik halkası, antifaşist mücadeleyi büyütmektir. Faşist AKP-MHP rejiminin gençlikte yarattığı öfke, yükselen yeni faşist hareketler eliyle ezilenlere yönlendirilmekte. Yeni dönemi karşılarken antifaşist mücadeleyi bir hatıra olarak değil, güncel politik bir görev olarak kavramalıyız. Bireyciliğin kol gezdiği, demokratik kitle hareketinin tasfiyecilik dalgası altında atomize edilmeye çalışıldığı mevcut konjonktürde gençlik hareketinin parçalı tablosunun da üzerine antifaşist mücadeleye davet ile yürünmelidir. Birleşiklik, antifaşist mücadelenin ana eksenlerinden biri olarak konulmalıdır.
Mücadele koşullarının gün geçtikçe ağırlaştığı, politik-örgütsel görevlerin ise nitel ve nicel bir sıçrama ihtiyacı ile karşımızda sıralandığı bu dönemde “tarihimize yaslanmak”, sözel bir kavram olmaktan öteye taşınmalı. MESEM’lerdeki kölelik tablosuna müdahaleden barınma krizini iktidara karşı bir mevzi haline getirmeye kadar önümüzde duran görevler mücadele hafızamızın canlılığı ve özgüveni ile ele alınmalıdır. Bugün 30. yılını karşılayan mücadele geleneğimizde paralı eğitim halkasını kavrayarak harç zamlarını geri çektirmekten meslek liselerindeki sömürü koşullarını tespit ederek özgün bir mücadele hattı çıkarmaya dek nice kolektif politik-örgütsel başarı bulunuyor. O zaman şimdi tarihimizin hakkını verme, onu ileri taşıma zamanı. Şimdi gençliğin özlem ve taleplerine dönük ilgide, politikayı derinlikli ele alışta, hazırlık ve biriktirmede gelişmede atılım zamanı.