(Bu yazı, basılı olarak yayımlanan Ekim-Kasım sayımızda çıkmış ve 17 Eylül tarihinde yazılmıştır. Bu tarihten itibaren yaşanan yerel ve bölgesel nitelikteki gelişmeleri içermemektedir.)
Filistin direniş örgütlerinin 7 Ekim atılımının üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Direniş örgütlerinin, aşılmaz sanılan demir kubbeyi aşan, siyonist işgalcinin karargahlarına giren ve sokaklarını fiilen kontrol altına alan bu kolektif eylemi, on yıllardır sömürgeci işgale karşı süren ulusal özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem açtı.
Bir yanda siyonist işgalcinin saldırılarında çoğu bebek ve çocuk on binlerce Filistinlinin katledildiği, açlığa, susuzluğa, salgın hastalıklara terk edildiği, hastanelerin ve okulların hedef gözetilerek bombalandığı, hayatta kalabilen 2 milyondan fazla Filistinlinin göç etmek zorunda kaldığı bir tablo varken bir diğer yanda da Filistin direnişinin kararlılıkla mücadeleyi sürdürdüğü, işgalcinin Gazze’de askeri ve siyasi hakimiyeti hâlâ tam olarak ele alamadığı, direniş örgütlerinin önderliğini tasfiye etmeye yönelik saldırıların boşa düştüğü bir gerçeklik karşımızda duruyor. Bu yazımızda, 7 Ekim’in birinci yılındaki mevcut durumu, işgalin ve direnişin geldiği noktayı özetleyecek ve 70 yılı aşkın süredir devam eden ulusal kurtuluş mücadelesini bu çerçevede inceleyeceğiz.
7 Ekim’den bu yana yaşanan en önemli değişim, çatışmanın zamanla yerel-ulusal eksenden çıkarak bölgesel bir nitelikler kazanmış olmasıdır. Lübnan’da Hizbullah, 8 Ekim’den itibaren savaşa doğrudan dahil olarak İsrail’e kuzeyden bir cephe açmıştır. Yemen’deki Husiler de birçok defa Kızıldeniz’e giden gemi trafiğini kesintiye uğratan eylemlerde bulunmuş ve İsrail’in en güneyindeki liman kenti Eylat’ı vurduğunu açıklamıştır. Bunlara ek olarak, İsrail devletinin Suriye topraklarını ve doğrudan Şam’ı hedef alan saldırıları sonucu sınırlı da olsa Suriye hükümeti ile İsrail’in arasında da çatışmalar ve misillemeler yaşanmaktadır. Çatışmanın bölgesel niteliğini en çok artıran ve önümüze yeni kapılar açan gelişmeler de şüphesiz işgalci İsrail devletinin doğrudan Hizbullah komutanı Fuat Şükr’ü ve Hamas lideri İsmail Haniye’yi hedef alan suikastleriydi. Hamas siyasi büro liderinin İran’da iken bir suikast sonucu katledilmesi, yeni bölgesel çatışma ve savaş biçimlerinin artması potansiyelini yükseltti.
Bir diğer yandan katil Netenyahu hükümetinin uzun süredir yaşadığı yönetememe krizi de gün geçtikçe ağırlaşıyor. Özellikle 7 Ekim’in ardından işgal devletinin askeri kayıpları, işgal edilen toprakların hedef haline gelmesi ve ekonomik temelli bazı sebeplerden dolayı İsrail’de sık sık kitlesel eylem ve protestolar yaşanıyor. Özellikle 1 Eylül’de Hamas’ın ellerindeki 6 rehinenin İsrail bombalarıyla öldüğü açıklamasının ardından İsrail’de yaşanan genel grevle birlikte birçok kurum, işyeri, havaalanları ve limanlar kapandı. İsrail üzerindeki bölgesel baskının ve tehditlerin artması da halk üzerinde bir korku ve güvenlik sorunu yaratıyor. Ayrıca Filistin direnişinin elindeki siyonist esirler de İsrail kamuoyunda huzursuzlukları artırıyor. Tüm bu gelişmelerin üzerine bölgedeki ve Filistin’deki çatışmanın da çok kısa sürede sona ermeyeceğini düşünürsek siyonist hükümetin yönetememe krizinin derinleşeceği öngörüsünü yapmak pek de yanlış olmaz.
Bir diğer yandan uzun süredir süren ateşkes görüşmelerinde bir sonuca varılamaması muhtemel görünüyor. ABD Başkanı Biden’ın haziran ayında açıkladığı “üç aşamalı çözüm” önerisinde uzlaşılamıyor. Filistin Direnişi görüşmelere katılmıyor ve şu ana kadarki süreçte iki taraftan da anlaşma sinyalleri dahi yok. Bu kadar uzaması ve yol alınamamasının ardından ABD başkanı Biden’ın “kabul et ya da reddet” olarak tanımlanan nihai bir teklif sunacağı söyleniyor.
Filistin’deki bir diğer önemli gelişme de Batı Şeria’da yaşanıyor. İşgal devleti Batı Şeria çevresindeki askeri varlığını gün geçtikçe yoğunlaştırıyor. Bu bölgedeki askeri yığınağın Gazze’deki yığınağı aştığı açıklandı. Batı Şeria toprakları İkinci İntifada’dan bu yana yani tam 24 yıldır, hiç olmadığı kadar sıcak savaşın içerisinde.
Siyonist işgalcinin Nablus, el-Halil, Tulkarim ve Cenin’de giriştiği saldırılar ile Ağustos ayı sonunda ilan ettiği operasyon, son günlerde daha çok Tulkarim’de yoğunlaşmış şekilde devam ediyor. Batı Şeria’da kampları bombalayan, baskınlar düzenleyerek Filistinlileri kaçıran, sokaktaki insanları kurşunlayan siyonist devlet geçtiğimiz günlerde de Türkiyeli sosyalist aktivist Ayşenur Ezgi’yi Batı Şeria’da katıldığı bir eylemde keskin nişancı saldırısı ile katletti.
İşgal devletinin yoğunlaşan saldırılarına rağmen Batı Şeria’da ve işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin yeni direniş biçimleri ve karşı koyuşları da karşımıza çıkıyor. Batı Şeria’da süren çatışmalara ek olarak, son günlerde, Ürdün sınırında nöbet tutan askerlere ateş açan, yol kenarında bekleyen işgal askerleri üzerine araba süren, devriye gezen işgal askerlerine bıçakla saldıran bir çok direnişçinin haberleri yayıldı. Bu feda eylemleri, şüphesiz, işgale karşı direnişin toplumsal tabana yayılmasının en net örnekleri. 7 Ekim’den bu yana yaşanan sürece her ne kadar üçüncü intifada diyemesek de özellikle Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin direniş pratikleri ve kararlılıkları Filistin halkının ulusal kurtuluştan vazgeçmeyeceğinin göstergesi.
Tüm bu bir yıllık gelişmelerin ışığında, Filistin halkının sömürgeci işgale karşı yürüttüğü ulusal kurtuluş mücadelesini bütünlüklü olarak ele almak iyi olacaktır. Filistin halkının 70 yıllık mücadelesi şüphesiz stratejik bir hedef doğrultusunda uzun vadeli bir mücadelenin sonuçlanması ile nihayete erecektir. Siyonist devletin 70 yılı aşkın süredir süren işgali neticesinde elde ettiği durum stratejik işgalci adına bir kazanım olarak ele alınabilir. Fakat göz ardı edilmemelidir ki on yıllardır yalnızlığa terk edilmiş Filistin halkının hâlâ her koşulda süren mücadelesi ve en yenilmez denilen orduyu çok defa düşürdüğü zafiyet, İsrail devleti adına mutlak bir zaferden söz etmenin önüne geçmektedir.
Gerek işgal devletinin ve ordusunun 7 Ekim’de yaşadığı şok gerekse yaklaşık bir yıldır devam eden asimetrik savaşa ve soykırım saldırılarına rağmen Filistin direnişinin askeri olarak tasfiye edilememesi ve hatta askeri olarak büyük oranda varlığını devam ettirerek yeni direniş biçimlerinde savaşım vermesi İsrail devletinin henüz kendi zaferini tesis edemediğinin göstergesidir.
Filistin direnişinin stratejik hedef doğrultusunda on yıllardır yaptığı çeşitli hazırlıklar, yer altı tünelleri, şehir savaşında ve gerilla tarzında ürettiği yeni biçimler askeri direniş kendini sürdürmesinin temel belirleyicileridir. Neredeyse bir yıldır direnişin askeri olarak tasfiye edilmesini hedefleyen ama başarılı olamayan sömürgeci devlet, tek yolu soykırım saldırılarında ve sivil kıyımlarında bulmaktadır.
Bir diğer yandan, bir yıl içerisinde askeri savaşı 360 km²’lik Gazze şeridinde dahi sürdüremeyen siyonist devlet bölgesel birçok güç ile de savaş durumuna geçmiştir. İşgal sonucunda on yıllardır Filistin halkını kendi topraklarında mülteci konumuna düşerken bugün Filistin direnişinin ve Hizbullah gibi bölgesel güçlerinin eylemleriyle 200 binden fazla İsrailli mültecileşmiştir.
İsrail on yıllardır Filistin direnişini bir güvenlik sorunu ve terör odağı gibi görürken artık kendileri için varoluşsal bir mesele haline gelmiştir. İşgalci yerleşimci İsrailliler on yıllardır ellerinde silahlarla sivil Filistinlilere terör eylemleri düzenlerken bugün işgal ettikleri topraklarda güvende olmama duygusunu sonuna kadar hissederek öfkelerini Netenyahu rejimine de doğrultmuş durumdalar.
Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin on yıllardır bir stratejik hedef doğrultusunda ilerlediğini ve uzun vadeli planlarla işgale karşı mücadele yürüttüğünü göz önünde bulundurduğumuzda Filistin’deki mevcut tabloyu da sadece yaşanan sivil katliamları ve soykırımlarla direnci kırmak isteyen İsrail’in göstermek istediği pencereden görmemek gerekir.
Buralardan hareketle dünyadaki Filistin dostlarının; Filistin direnişinden, özgürlük hareketinin çeşitli bileşenleri olan diaspora hareketinden ve gençlik hareketinden öğreneceği şey de işgal devletinin umutsuzluk üreten psikolojik savaşına sırtını dönerek ulusal kurtuluş için daima umutla direnen Filistin halkına yüzünü dönmek ve stratejik hedefe giden bu uzun, engebeli yolda emin adımlarla taktik kazanımları kovalamaktır.