Bakur’dan Başûrê Kürdistan’a Sömürgeci İşgal – Demhat Awaz

Son dönemde Kürt halkına yönelik artan saldırılar, farklı bir boyuta ulaşmış durumda. Bakur özelinde bu durumu incelediğimizde, fiziksel ve psikolojik savaş taktiklerinin yanı sıra kültürel bir saldırının da öne çıktığını görüyoruz. Ulusal kültür kavramı bir bütün olarak ilerici bir mahiyet taşımamakla birlikte, ezilen ulusların kültürel özelliklerinin egemen ulus tarafından baskılandığı ve “asimilasyon” politikalarının üretildiği gerçeği önümüzde duruyor. Kürt ulusunun temel kültürel özellikleri arasında Kürtçe, Halay ve “şal û şepik” gibi kıyafetler yer alıyor. Son dönem saldırılarının odağında da bu kültürel özellikler bulunmakta. Bu saldırıların, 5 Temmuz 2018’de “Siyasi hegemonyanız bitti. Kültürel hegemonyanız da bitecek” tweetini atan iletişim başkanı Fahrettin Altun’un mesajı ile ilintili olduğunu söyleyebiliriz. Çöktürme planının bir parçası olarak iletişim ve kültür alanında yapılmak isteneni özetleyen cümle budur. Sosyal medya yasakları, bant daraltma, hesap kapatma, burjuva basın yoluyla dezenformasyon ve RTÜK sansürü gibi yöntemlerle yola çıkan rejim ve ve nam-ı diğer “Gobbels Fahrettin” istediği sonuçları elde edemedi ancak bu durum, rejimi kültürel hegemonyayı ele alma isteğinden vazgeçirmedi ve kendini daha yüksek bir düzeyde örgütleme yoluna götürdü. Yerel seçimlerin AKP tarafından hezimetle sonuçlandığı, iki dönem boyunca uygulanan kayyum politikasının Bakur’da ters teptiği ve seçimlerin hemen ardından ilk kayyum girişiminin Wan direnişi ile püskürtüldüğü bir atmosferde, bu yeni düzeyin aciliyeti ve burjuvazinin sıkışınca aklına ilk gelen yönteme, yani zora başvurması, bizleri şaşırtmamalı.

Bu süreçle birlikte ele aldığımızda, tutuklama ve gözaltı saldırılarının Kürt halkına ve özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’ne gözdağı verme çabası olduğunu görmek gerekir. Wan direnişi sonrası kapsamlı bir saldırı planı başlatan rejimin ilk hamlesi, Rojava’da gerçekleştirilecek olan seçimin arefesinde Colemêrg Belediyesi’ne kayyum atamak oldu. Ardından, geçmişe dönük düğün, eylem videolarına dayanan halay ve Kürtçe şarkı tutuklamaları süreci, Amedspor’a dönük saldırılar, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İstanbul’da gerçekleştirilen eylemde 12 gencin tutuklanması ile devam etti.

AKP-MHP iktidarının Kürt halkına yönelik politikaları, ne bunlarla ne de Bakur ile sınırlı. Bir bütün olarak bu politikaları ele aldığımızda, Başûr’daki işgal saldırılarının temeline inmek gerekecektir. Türk devletinin KDP ve Barzani ailesi ile olan ilişkileri 70’lere kadar dayansa da, son dönemde AKP-MHP iktidarının KDP ile kurduğu ilişki ve bu durumun Başûr’a yönelik saldırılarda tuttuğu yer esas gündemimiz olmalı. İhanetçi, emperyalizmin çıkarları güdümünde bir aile şirketi olarak siyasi varlığını sürdüren KDP ve Barzani ailesi, bütün bir özerk yönetim bölgesini doğrudan sömürücü bir sistemle yönetiyor. Emperyalistler ve bölgede hegemonya kurmak isteyen Türk devleti ile yaptığı işbirlikleri, bu sömürünün devamlılığını koruma amaçlıdır. Bu noktada halkın gözünde kendilerine alternatif olabilecek KÖH ve YNK gibi hareketlere karşı işbirlikleri önemli bir yer tutuyor. YNK’nin son dönemde KÖH ile ilişkilerini geliştirme yoluna girdiğini söyleyebiliriz. Daha önce çeşitli operasyonlarla Başur’da geçici ve sınırlı bir hareket alanına sahip olan Türk devleti, KDP ile yaptığı işbirliğiyle karakol ve kalekollar yoluyla kalıcılaşma çabasına girmiş durumda. Yoksullaşma krizinin başını aldığı, temel hak ve özgürlüklerin neredeyse yok edildiği, genç intiharlarının sürekli arttığı ve daha pek çok sorunla boğuşan Türkiye emekçilerine “terörle mücadele” adı altında daha büyük zararlar verilmektedir. “Hangi terör?” sorusunu sorduğumuzda karşımıza çıkanlara bakalım: Engellenmek istenen Kürt halkının kendi dili, bayrağı, yönetimi ve kültürünü özgürce yaşamasıdır. Elbette sadece bu öğelerle sınırlı değildir. Eğer öyle olsaydı, bahsettiğimiz her şeye sahip olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile de savaşılırdı. Bu mesele, özünde, kendi istediklerini yaptırabildikleri, kendilerine bağlılığını kanıtlamış ve sömürüye hazır bir Kürt yönetimi yaratabilme sorunudur.

Dışarıdan bir unsur tarafından Kürt halkının yönetilemeyeceği, irili ufaklı yüzlerce Kürt ayaklanması ile birçok kez kanıtlanmıştır. Dolayısıyla karşı olunan şey, Kürdistan fikri değil, Kürdistan’ın egemenlere hizmet edip etmediğidir. Nitekim bölgeye sermaye yatıran ve KDP ile ticaret yapanların MHP ve AKP içindeki isimlerden oluşması, KÖH’ü zayıflatma politikası ile birlikte bu işbirliğinin sebeplerini oluşturuyor. KDP’nin işbirlikçi tutumu ile Türk devleti, geçmişteki operasyon yaparak ardından geri çekilme taktiğini revize etti. Karakol ve kalekol inşa ederek, ormanları yakarak ve kontrol noktaları kurarak Başur’da kalıcılaşma adımları atılmaya başlandı. Tüm bu destek, teknolojik üstünlük ve emperyalizmin yanı sıra cihatçı çetelerin kullanımını da göz önünde bulunduran rejim, bu yaz KÖH’ü getireceğine dair iddialı sözlerde bulundu, ancak yazın sonuna geldiğimizde kayda değer bir ilerleme gerçekleştirememiştir. Dolayısıyla rejimin hedefleri yine başka yaza kalmış durumda. Burada KÖH’ün hava savunmasının temellerini atmış olmasının etkili olduğunu söyleyebiliriz.

2024 Newroz’undan bu yana çokça İHA-SİHA imha videosu ortaya çıkarken, yine saldırıya dayalı dronelar ile bahsettiğimiz kalekol, karakol ve kontrol noktalarına kayıp verdirecek düzeyde hamleler yapılmıştır. Elbette hala istihbarata dayalı, kurulan hava savunmasını aşabilen saldırılar görsek de, son birkaç yıldır rejimin kendi kitlesini konsolide etmek için kullandığı İHA-SİHA siyasetindeki düşüş durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. AKP-MHP faşizminin öncelik verdiği strateji, kayıplarını gizlemeye dönüşmüş durumda.

Yukarıda özetlediğimiz tabloyu tersine çevirerek savaşın yükünü emekçi halklarımızın omzundan atmak, en çok biz gençlere düşüyor. Rejimin hala önemli bir kısmını kontrol altına alamadığı enerjik bir kuvvet olarak gençlik, doğduğumuz andan itibaren propagandası yapılan ırkçı ve dinci faşist düşüncelerin çerçevesine sığmıyor. Sadece AKP-MHP ekseni ile sınırlı kalmayan faşist aygıtlar, Zafer Partisi ve Ulusal Cephe gibi yeni faşist hareketlerle egemenlere karşı bir öfke biriktirmiş gençleri ezilenlere karşı saflaştıracak şekilde saray rejimine hizmet etmektedir. Burada gençliğin öfkesini egemenlere yöneltme yolunda ihtiyacımız olan en temel şeyler, şovenizme karşı cepheden bir mücadele, antifaşist kuvvetlerin birleşik ve eylemli bir harekete yöneltilmesi ve faşizmin her türlü saldırısının işçi sınıfı ve ezilenlere yönelik etkisinin etkili bir biçimde teşhir edilmesidir.