Genç Karl Marx (Raoul Peck, 2016), Marx’ın 1843-1848 yıllarından bir kesit. Seyirci beklentilerinin aksine oldukça da başarılı. Ren Nehri Gazetesi’nde Orman Odun Hırsızlığı Yasası’nı eleştiren Marx’ın kabusuyla başlar film. Odun toplayanlara yönelik vahşi saldırı sahnesiyle açılır perde ve Marx’ın kabus gördüğünü anlarız. Bu kabusla aslında Marx’ın ezilenlerle kurduğu fikri bağın vicdanen ve duygusal olarak da oldukça geliştiğini görürüz. Keza o bir odun toplayıcısı olmasa da büyük maddi zorluklar yaşayan bir muhaliftir. Prusya İmparatorluğu aleyhine yazmaya devam eder, kendisine uygulanan sansüre karşı çıkar ve sürülür. Kendisini tutuklamaya gelenlere kapıyı kendi açar, birçoklarının aksine yazdıklarının sonucunda bedel ödemeye, takım elbisesinin kirlenmesine hazırdır. Prusya’dan başlayan sürgün bitmek bilmeden devam eder bu tarihler arasında. Her seferinde her yeni sürgün yoksullukla perçinlenir.
Marx sürgünde olduğu Paris’te Fransız anarşist Pierre-Joseph Proudhon ile tanışır. Bu tarihlerde Proudhon’un muazzam bir etki alanı mevcuttur ve Marx’la olan ideolojik mücadele daha tanışmalarının ilk dakikalarından başlar. Yine Paris’te “İngiltere’de İşçi Sınıfı’nın Durumu” kitabını yayınlayan Friedrich Engels ile tanışır. Çekişmeli başlayan dostluklarının bir ömür süreceğini söylemeye gerek yoktur muhtemelen. Bizim burada çekişme diye tanımladığımız hali bir çok Alman eleştirmen ”küstahlık” olarak görmüştür. Ancak elbette filme yöneltilen yorumlar da kişilerin sınıflarından bağımsız değil. Biz onların ”küstahlık” tanımına kendine güven ve kararlılık diyebiliriz kolayca.
Filmde izleyenin şaşıracağı ancak gerçeği yansıttığı iddia edilen bir de çok dillilik konusu var. Film boyu evde, sokakta, toplantılarda, sürgünlerde, yaşamın her alanında Marx, karısı Jenny ve Engels’in çeşitli dillerde konuştuklarını görürüz. Çok dilliliğin getirdiği kabiliyetleri de göz ardı etmez film. Engels, Marx’a İngiliz ekonomi-politikçilerini tanıtmak istediğinde İngilizce bilip bilmediğini sorar ve Marx’tan çabuk öğrenirim yanıtını alır. Sonraki sahne bizi saatlerce kütüphanede Ricardo okuyarak İngilizcesini geliştiren ve ekonomi-politikçilere merhaba diyen Marx’a götürür.
Filmin bir başka güzel tarafı da bize Marx ve Engels arasında kurulan erkek dostluğunu gösterse ve yer yer yüceltse de kadınların geride birer süs olmaktan çıkmış olması. Marx ile evlenmek için aristokrat ailesini terk eden Jenny, Marx filmdeki en güçlü karakterlerdendir. Klasik anne-eş formunun dışına çıkan Jenny yer yer toplantılara katılır, Marx’ın fikirsel gelişiminde ona yardımcı olur ve kendi fikirlerini çevresindeki tüm erkeklere rağmen ısrarla savunabilir. Film, Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi kitabının isimini koyanın da Jenny olduğunu vurgular. Öte yandan Engels’in uğruna dayaklar yediği ancak sayesinde belki de döneminin en başarılı etnografik çalışmalarından birini yaptığı daha sonra eşi olacak olan Mary Burns karşımıza çıkar. Mary, İrlandalı bir işçidir, pratikte kendini var eder. İrlandalı bir işçinin ileri ve geri yanlarına tam anlamıyla sahip, toplantılar örgütleyen, işçiler arasında çalışma yürüten güçlü genç bir kadındır.
Film 1848 öncesi devrimci durumun gelişimini vermenin de derdindedir. Marx ve Engels’in Adiller Birliği’ne girerek burada devrimci bir atılımla adını Komünistler Birliği haline getirmeleri filmin sunduğu en önemli örneklerdendir. Ve filmin her tanıtımında yer alan Komünist Manifesto’yu yazma süreçleri Marx-Engels ve Jenny’nin cümle cümle çalışmasının ürünü olarak doğar. Burada Marx’ın korkunç el yazısını Jenny dışında kimsenin
okuyamadığını bilsek de Jenny’nin fikri katkısını da unutturmuyor film.
Film bir erkek dostluğu üzerinden yükselse de karşımızda klişe bir erkek dostluğundansa birbirini (daha çok Engels’in Marx’ı), fikri ve hareketi ilerletmek üzerine kurulu bir ilişki görüyoruz. Engels’in yeri geldiğinde Marx’ı İngiliz ekonomi-politikçileriyle tanıştıran yeri geldiğinde ailesine maddi yardımda bulunan yeri geldiğinde onu yazmaya zorlayan karakterinin başarılı bir kurgusunu görüyoruz. Keza filmin Marx’ın ailesini geçindirme çabası ve çektiği maddi sıkıntıları, sürgünleri vurgulaması da gerçek koşulları vurgulamak konusunda oldukça verimli.
“Genç Marx” sıfatını yönetmen gerçekten Althusserci bir yerden mi almıştır bilemiyoruz, bunlar iddialar. Ama özet olarak gerçekten genç, iddialı, kararlı ve inançlı bir Marxla karşı karşıya olduğumuz kesin. Sinemada devamını diler, izlemenizi tavsiye ederiz.
Fatma EDEMEN