Cadı avları ve Kadın Katliamları
Cadı deyince aklımıza filmlerde gördüğümüz, masallarda dinlediğimiz; çirkin yada sevimli, süpürgeyle uçan kocaman kazanlarda sihirler, büyüler yapan kadınlar gelir fakat gerçekte durum bambaşkadır. Batıda bir dönem diri diri yakılan, asılan kadınlardır cadılar.
Cadılık, şeytanla iş birliği yapan, ruhunu şeytana satarak doğaüstü yetenekler elde eden kadınlar üzerinden kurgulanmıştır. Cadılığa dair inanç, antik çağlara kadar dayandırılabilir. Modern dönemlerde kullanılan cadı imgesi 15-16. yy Avrupa’da ortaya çıkar. Cadı avları ilk olarak Fransa’nın güneyinde, Almanya’da ve İtalya’da: ‘’Altın Üçgen’’de (Strasbourg çevresindeki 300 mil yarıçaplı bir daire de denebilir) başlamıştır. Bu bölge Hristiyanlıkta “heretikler” (sapkınlar) diye anılan insanların olduğu bölgedir. kadın erkek eşitliğini savunmalarıyla öne çıkan Bogomiller, kuzeye doğru yayıldıkça Katolik kilisesi için kabus olmaya başladılar. Erdemleri en önemli özellikleri olan bu topluluklar ortak mülkiyete inanıyorlardı.
Erkek egemen kültürün baskısı altındaki hristiyan kadınla, karşılaştıkları bilge kadınlar ve ozanlar sayesinde heretikleşiyordu. Katolik kilisesi bunu fark etmesi sonucu böylesi “sapkın” inanışların etkisini kırmak ve yok etmek için birçok önlem almıştır. Albigen Haçlı seferi ile katharlar ateşe atılarak cezalandırılmış, Engizisyon mahkemelerinde işkence ile sorgu dönemi başlamış ve kadın erkek eşitliği durumuna karşı cadı suçlaması ortaya atılmıştır.
Cadılıkla suçlanan kadınların maruz kaldıkları işkencelere bakıldığında oldukça korkunç bir durumla karşılaşırız. Standart olarak cadılıkla suçlanan kişi, çırılçıplak soyulmakta, cinsel organı dâhil olmak üzere tüm vücuduna uzun iğneler batırılmaktadır. Bakire olup olmadığının anlaşılması için tecavüze uğramakta, daha da ileriki boyutlarda etleri lime lime edilmekte, kemikleri kırılmaktadır. İnfaz edilmesine karar verildiğinde ise herkese ibret olması için topluluk önünde asılmakta ya da yakılmaktadır.
İlk kadın yakılması engizisyonun emriyle 1180 yılında Toulouse kentinde gerçekleşmiştir. Kilise kadınların gizli toplantılara katıldığı ve otoriteyi sarsma tehlikelerinin olduğunu söyleyerek o dönem binlerce kadını katletmiştir.
Büyüye karşı açılan savaş adı altında aslında kadınlara yönelik savaş söz konusudur. Kadınların büyüye daha yatkın olarak görülmelerinin yanı sıra bazı köylü ayaklanmalarında görülür ki kadınların köy hayatında önemli bir güce sahip olmaları ve bu gücün kırılmasını sağlamak amaçlı kadınlara yönelik saldırgan bir tutum geliştirildiği varsayımları da vardır.
Kadınların döneme özgü yeteneklerinin gelişmesi, otlarla ve ebelikle uğraşan özellikle yaşlı ve dul kadınlar cadılıkla suçlanmıştır. Çünkü doğum, yani yaşam ve ölüm arasındaki bağı elinde bulundurmak ve otlarla yapılan iksirlerle hastalıklara müdahale etmek doğaüstüdür ve bunlara sahip olmak için şeytanla bir sözleşme yapmaları gerektiğine inanılır. Şeytanların yanına, iş birliği yapmak ve ayin düzenlemek için geceleri uçarak gittikleri fikri vardır ve karşılığında bir de uçabilmek için bir merhem aldıkları söylenir. Aslında tüm bunların sebebi kadınların bitki köklerini gece gezintisinde toplamalarıdır.
Cadı avlarında kadınların öldürülmesinin bir diğer sebebi kadın bedeninin bilinmezliği ve dirençsiz olarak görülmesidir. Dirençsiz bir insan şeytana da direnemez. Kadınların yanı sıra onların savunmasını yapan yada taraf olan erkeklerde cezalandırılmıştır. Eşcinsel yada dinsiz olan erkeklerde bu gruba dahil.
Kadınlar tarihten bu güne sistematik olarak katledilirlerken cadı avları bu dönemin başlangıcı kabul edilebilir. Kadınların eşitlik arayışları ve bir araya gelişleriyle başlayan bu süreç erkekler tarafından uygulanan işkencelerin de tarihi olmuştur. Ancak erkekler ne yaparlarsa yapsınlar kadınlar hala eşitlikten, özgürlükten ve bir araya gelmekten vazgeçmemiştir.
Son dönemde gerçekleşen kadın eylemlerinin vazgeçilmez sloganlarından biri de bunu gösteriyor:“Biz yakamadığınız cadıların torunlarıyız!”
Gözde SİVASLIOĞLU