Devrimin Özgür Çocuğu – S. Deniz Koray

null“Duru bir gökyüzü için acıya katlananlar
Acıyı bir silah gibi saklamalı yüreğinde
Devrim ya ruhumuzdadır ya da hiçbir yerde”

Koskoca bir tarihe yaslanarak devrimi ruhumuzda hissettiğimiz günlerden geçiyoruz. Tasfiyeci dalgalara karşı varoluşuyla kendisini bir dalgakıran eyleyen; ayrışmaya, dar grupçuluğa karşı “Birlik!” diyerek karşı çıkan devrimci iradenin 30 yıllık deneyimi ve birikimidir o tarih. İşte o iradenin tarih karşısında kendini ortaya koyuşunun 30. yılında, yine bir Kasım ayındayız. Birlik iradesini kuşanan sıra neferlerini andığımız, onları öğrendiğimiz ve onlardan öğrendiğimiz Kasım ayı… Belki daha güçlü, belki daha zayıf ama yine o dalgaların karşısındayız. Devrimci olma, devrimci yaşama ve hatta devrimci kalma iradesine savaş açan o dalgalar… Bu yazıda, yolumuzu aydınlatan ölümsüzlerimizden Özgür Evrim Göçen’in hikayesini bir uğrak alacak ve devrimi ruhumuzda hissetmenin ayak izlerini takip edeceğiz.

Özgür yoldaş, 15 Nisan 1976’da Adıyaman’da doğdu. Kürt, Alevi ve emekçi bir ailede büyüdü. Ailesiyle beraberken devrimci fikirlere hiç uzak değildi. Ailesinin emekçi yaşam tarzıyla büyüdü. Mücadeleyi yaşamına yansıtmak, devrimci yaşamak ve küçük burjuva yaşam tarzından uzaklaşmak konusunda fikirleri hep netti. Lise yıllarında devrimci fikirlerle doğrudan tanıştı. Komünistleri zar zor ulaşılabilen yayınlardan ve ender görebildiği yoldaşlarından tanıyordu. Yoldaşlarıyla her buluştuğunda yayınları alıyor, bir sonraki randevuya kadar tamamını okuyor ve üzerine tartışmalar yapıyordu. Örgütsel politikalara dair tartışmalar yapıyor, kendisini ve örgütü ileri taşıyacak eleştiri-özeleştiriden kaçınmıyordu.

Lise yıllarının sonuna yaklaşıldığında yoldaşları Özgür’ün ODTÜ’ye gitmesi gerektiğini ilettiler, oradaki çalışmaya çok güç vereceğinden emindiler. Özgür yoldaş yaşamını devrimci biçimde yaşadığı gibi ailesiyle kurduğu ilişki de devrimciydi. Annesi, bir röportajında, Özgür yoldaşın “Okul benim için araçtır, ben okul için gitmiyorum.” dediğini söylüyor. 1993 yılında ODTÜ’de psikoloji bölümünü kazandı. Üniversiteye gittiğinde 68’lerin ODTÜ’sünden eser yoktu. Tasfiyeci dalga, buraya devrimci- militan duygularla akın eden binlerce öğrencinin umutlarını, duygularını çürütüyordu. Jandarma, ODTÜ kampüsünde devrimci mücadeleye yönelik terörünü arttırıyor, yoğun takip çalışmalarıyla örgütsel yapıyı ve sürekliliği hedef alıyordu. Komünistler ise ODTÜ’de örgütlenme yolları arıyordu. Özgür Evrim yoldaş bu döneme güçlü bir yanıt oldu. Ankara’ya birlikte geldiği arkadaşlarının küçük burjuva arzularından şikayetçi olduğu bu dönemde aktif örgütlü yaşam onu kendine getirmişti. ODTÜ’de tek başına başladığı çalışmada bir yıl boyunca örgütçü yetenekleri sayesinde ilişki ağını genişletmiş, kampüste tanınır simalardan biri olmuştu. Daha çok gençle tanışmak için yurtta kalıyor, kampüsün her türlü imkanını örgütü için seferber ediyordu. Özgür’ün kendini bu denli ortaya koyuşu devletin de dikkatinden kaçmadı, sıkça yıldırma çabalarına maruz kaldı. Ancak Özgür yoldaşın iradesi her seferinde daha da sivrileşiyor ve kendini geliştirmekten, sorumluluk almaktan geri durmuyordu. İlk gözaltısını ODTÜ yurtlarında yapılan “Ekim Devrimi ve Eğitim” başlıklı bir etkinlikteki ruhsuzluğa ve reformist çarpıtmalara dayanamayıp coşku ile yaptığı nitelikli konuşmanın ardından yaşamıştı. O konuşmanın ardından birçok kişiyle tanışmış ve tebrikler almıştı. Ardından da jandarmanın gözaltı saldırısına maruz kalmıştı.

Dönemin bu koşulları altında yürütülen çalışma tarzına uyum sağlamakta hiç zorlanmıyordu. Hiçbir randevuya gecikmez, imkan örgütlemekte başarısız olmazdı. Yoldaşları onu Bahadır diye biliyordu. Yoldaşlarıyla ilk tanıştığı yer Ali Ekber Bahadır’ın anmasıydı ve kendisine bu ismi seçmişti. “Kafamda yarattığım komünist prototipi Ali Ekber yoldaştır.” derdi. Kendisine verilen her görevi ve aldığı her sorumluluğu yerine getirmekte ustaydı. Bir iş için, “Biz Bahadır’a söyledik.” denilirse yoldaşlarının gözü arkada kalmazdı. Bir eylemi örgütlemek için günlerce üzerine düşünür, kurgular ve planlar yapardı. Gittiği bir eylemi öyle bir tutkuyla anlatırdı ki dinleyenler alandaymış gibi hissederdi. Gençlik örgütünün özgür eylemlerinde en önde olurdu. Bir pankart yapılması gerektiğinde bazen günlerce istediği gibi bir bez aramaya girişir, boyaların rengine kadar detaylıca düşünürdü. Komünistlerin pankartı en göz alıcısı olmalıydı.

Üniversitedeki ilk yılının sömestr tatilini kendisi için bir fırsat bildi ve yoğunlaştırılmış bir eğitim kampına girdi. Birlik iradesinin şekillenmeye başladığı bu günlerde gençlik politikaları üzerine çalışmalar ve tartışmalar yürütmekten geri durmadı. Yeni döneme başlarken de üniversitedeki önderlik sorununa yanıt olmak üzerine bir yol haritası hazırladı yoldaşlarıyla. 8 Mart eylemleri bunun için iyi bir fırsattı, eylemi örgütleyen Üniversiteli Genç Kadınların çalışmalarına emekçilik etmekten, ön hazırlıklara dahil olmaktan geri durmadı. Bu başarılı 8 Mart gününün gecesinde, eylemin ve forumun başarısı karşısında çılgına dönmüş jandarmalar tarafından odası basıldı ve gözaltına alındı. Bundan sonra ise polisin artan saldırıları altında örgütsel iletişiminin sekteye uğradığı bir dönem geçirdi. Yurdundan atılmış ve yoldaşlarıyla görüşemez durumdaydı. Bu süre boyunca kalacak yer sorununu çözmüş, jandarmanın radarından hiç çıkamadığı şartlar altında okulda yakaladığı ilişkileri geliştirmiş ve kesintisiz bir faaliyet yürütmüştü.

Roman okumayı, futbol oynamayı çok severdi. Org, gitar ve bağlama çalardı. Şair ruhlu, sakin biriydi, yeri geldiğinde ise oldukça ciddiyetliydi. Devrimcilerin roman okuması gerektiğini savunur ve kitapları bir araç olarak kullanmasını bilirdi. Roman okuma grupları kurar ve buralardan yeni insanlarla ilişkiler kurardı. Yoldaşlarıyla politik- teorik tartışmalar yapmaya çok hevesliydi. Yoldaşlarıyla görüştüğü randevularında gerek Marksist klasikler gerekse parti yayınları üzerine uzun tartışmalar yürütürdü. Marksist yöntemi kazanmak için çabalardı. Dergiye sürekli yazılar yazar, bir gün basın alanında çalışma hayaliyle ailesine daktilo aldırdığı daktiloda on parmak çalışırdı. Örgütün kolektif gelişimi üzerine tartışmalar ve kafa emekçiliği yapmaktan hiç geri durmazdı. Lise yıllarından üniversite yıllarına değin komünist öncü ile ilişkisinde onun için belirleyici olan örgütün disiplin ve ciddiyeti idi, bu yüzden burayla buluşmuştu.

1994 yılının yaz tatili, Birlik Devrimi’nin öngünlerine denk düşüyordu. Devrimci tarihin akışına yeni bir yol çizecek o günlerde Bahadır yoldaş da Birlik’i kavrayacağı program okumaları için yaklaşık iki aylık bir eğitim kampına girmişti. Sabah yedide başladığı bu bireysel ve kolektif çalışmalarla Birlik ruhu hem politik hem de ideolojik olarak kazanılıyor, tartışmalarla yol ve yöntemlere katkılar sağlanıyordu. Birlik demek yeni bir tarz demekti. Kolektifi büyütme, önderleşme demekti. Birlik yeni bir umut demekti. Tarz kazanılmıştı! Disiplin, ciddiyet, irade, gelişim, uyum, özeleştiriden kaçınmama… Devrimci yaşayışı lise yıllarından itibaren kavrayışı ve sonrasında ise örgütüyle ve yoldaşlarıyla gelişen sarsılmaz bağları onu Birlik öncesi bir kadro olarak şekillendirmişti. Birlik Devrimi’nin kadro tarzı ise şimdi Bahadır yoldaşta vücut buluyordu.

İşte bu gelişmelerle birlikte üniversitelerin yeni dönemi başlıyordu. Her açıdan hazır kadrolar, hazır bir strateji ve Birlik iradesi ile başlayan yeni üniversite döneminde ODTÜ’de KGÖ rüzgarının eseceği artık kesindi. İlk görevi olarak ODTÜ’deki çalışmasını başarıyla yerine getiren Bahadır yoldaş, Ankara Üniversiteler Komitesi’ne görevlendirilmişti. Yeni görevinde okulundan daha uzak kalması ve kentteki toplam çalışmaya hakim olması gerekiyordu. Yeni görevini tereddütsüz biçimde kabul etti ve büyük bir özveriyle taşıdı. Kentteki lise çalışması üzerine yeni fikirler üretir ve yoldaşlarına aktarırdı. Dergiden ve yoldaşlarından öğrendiği bilgiler doğrultusunda başka kentlerdeki çalışmalara dair de katkılar, yorumlar ve öneriler yapardı. Kitleleri gözlemlemekte, yönetmekte ve yönlendirmekte ustaydı. İfade gücü çok güçlü bir propagandacı, ateşli bir ajitatördü. Ankara’da yapılan harç eylemlerinden ODTÜ’ye sızan JİTEM ajanının cezalandırılmasına kadar tüm eylemlerin örgütleyicisiydi. 1995 yılının Mart aylarında İstanbul’daki yoldaşlarının Gazi barikatlarında çatıştığı günlerde mücadeleyi Ankara’ya taşımıştı. Gazi Ayaklanması’nın direngen barikat ateşi ODTÜ’ye de yakılmıştı. Hasan Ocak gözaltında devlet eliyle kaybedilmeye çalışıldığında ise Ankara’da birçok eylemin örgütlenmesine ve ODTÜ’de kalabalık bir forum düzenlenmesine öncülük etmişti. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde ilk defa kitlesel bir yürüyüş yapılmıştı. Yoldaşlarını bir aile olarak görür, yoldaş sevgisinin içini ısıttığını söylerdi. Hasan yoldaşın gözaltında kaybedilmeye çalışıldığı günlerde, “Hasan Ocak şu an faşizmin işkencehanelerinde ve vücudunu siper etmiş işkenceye, kavgası ve yoldaşları için. Bizim yaptıklarımız eksik kalıyor.” diyordu.

1995 yılının Nisan ayında revizyonist, Sovyet halklarının inşa ettiği büyük mirasın ihanetçisi Gorbaçov ODTÜ’yü ziyaret edecekti. “Sosyalizm öldü” propagandası yapmak isteyen işbirlikçi burjuvazinin davetiyle burada öğrencilere konuşma yapması planlanıyordu. Daha önce Boğaziçi’nde protesto edilen Gorbaçov’a güçlü bir tokat da ODTÜ’de atılacaktı. Gorbaçov’un ODTÜ’ye geleceği gün, Konsomol Gazi Üniversitesi’nde faşistlere dönük bir cezalandırma eylemini örgütlemeyi planlıyordu. Bahadır yoldaş buna ısrarla karşı çıkmış ve tüm genç yoldaşlarının ODTÜ’ye gelmesinin doğru olacağını savunmuştu, nitekim böyle de oldu. Gorbaçov ODTÜ’ye geldiğinde “Yaşasın sosyalizm”, “Yaşasın Marksizm-Leninizm” sloganlarıyla, Marks, Engels, Lenin ve Stalin posterleriyle karşılandı. Konuşma salonuna alınmayan öğrencilerin kararlılığı Gorbaçov’u kürsüden indirmiş ve orayı terk etmeye mahkum etmişti. Dışarıda da onu yumurta ve domates yağmuru sürprizi bekliyordu. Bahadır yoldaşın inat ve kararlılığı sayesinde ODTÜ’ye gelen yoldaşlar, Bahadır yoldaşın eylemi ve kitleyi nasıl yönettiğini, jandarma saldırısına karşı kampüsü nasıl direniş alanına çevirdiğini izlemişti. Kısa sürede olmasına rağmen ustaca planlanmış bir eylemdi.  Bu eylem gününde koşmakta zayıf kalan yoldaşları polisin eline düşüp biraz fazla dayak yedikten sonra ODTÜ’deki yoldaşları sabah 06.00’da kaldırıp koşmaya başlatmıştı. 

Gorbaçov’un hakettiği dersi aldığı o günün ardından televizyonlardaki eylem görüntülerinde yuvarlak içerisine alınarak “ODTÜ provakatörü” diyerek hedef gösterilmişti. Siyasi polis her yerde Bahadır yoldaşı arıyordu. Bahadır yoldaş artık Ankara gençlik çalışmasından ayrılacağından ve devletin hedefinde olduğu için ODTÜ’ye gitmemesine dair karar alınmıştı. Ankara’nın 1 Mayıs coşkusu ile bezendiği günün coşkusunun hâlâ taze olduğu 2 Mayıs günü yoldaşları için meraklanarak okula gitmişti. O gün ODTÜ’de bir Özgür Gençlik standı açılacaktı ve yoldaşlarından haber almak istiyordu. Bu sırada peşine düşen jandarmaların hedefi oldu.

Bahadır yoldaş 3 Mayıs 1995 günü katıldı ölümsüzler kervanına. Jandarmalar tarafından trafik kazası süsü verilerek katledildi. Tam 28 saat 35 dakika komada kaldı yoldaş, yaşama tutunmak için direndi. Ölümsüzlüğe kanat açarken bile iradesini öyle kolayca bırakma niyeti yoktu. Erdal, Hasan ve Şengül yoldaşlar için ettiği intikam yeminlerini de devretti yoldaşlarına kavga bayrağıyla birlikte.

KGÖ I. Kongresi’nde O’nu kendisinden bir ay önce 3 Nisan tarihinde ölümsüzleşen genç kadın önder Şengül Boran ile birlikte kadro prototipi olarak ilan edildi. Bahadır yoldaş ölümsüzleştiğinde KGÖ Ankara İl Komitesi yedek üyesiydi.

Bahadır yoldaş, Devrimin Özgür Çocuğu’ydu. İsmini bir yoldaştan aldığı gibi onun adı da onlarca yoldaşında yaşıyor şimdi. Kimi Özgürler doğdu dünyaya gözlerini açtı, kimi O’nun yolunda birer savaşçı oldu, kimi savaşçılar da onun adını alarak yğrüdü. Özgür yoldaşta vücut bulan Birlik iradesi şimdi 30 yaşında, nice Özgürler de Özgür’ün yolundan o iradeyi büyütmeye ve savaşmaya devam ediyor.