İktidarlar sömürü üzerine inşa edilirler. Üretim araçları tek bir sınıfın yani burjuvazinin elindedir. Bir de üretim araçlarını kullanarak belli bir ücret karşılığında çalışan proletarya ve en geniş kesimde emekçi/ezilen kesimler vardır. Bir sınıf rahatlık, bolluk ve sınırsız imkan içinde yaşarken diğer bir sınıf olan proletarya ve ezilen bölükler daima zor şartlarda çalışır ve yaşar. Egemen sınıf, inşa ettiği bu sömürü sistemini sürdürmek ve ezilen emekçi kesimler üzerinde tahakküm kurmak için baskı ve zora ihtiyaç duyar. Burjuva iktidarlar, devletin yapısal temeli ekseninde; tekçi, (tek vatan, tek millet, tek dil, tek din….) emperyalizme bağımlı, sömürgeci faşist bir karakterle kendi ideolojik hattına uygun olarak topluma bir biçim vermeye çalışır. Toplumun her kesimine kendi politik ideolojik çizgisini dayatır, hegemonya araçları oluşturur.
Toplumun bir kısmı bu dayatmaya sınıfsal, mezhepsel, etnik, cinsel ya da başka çelişkilerden kaynaklı karşı çıkarken bir kısmı resmi ideolojinin dayatması, zoru ve asimilasyonu ile devlete yedeklenir. Bir kısmı da devletin resmi temsilcisi olur. İktidar; karşı çıkan, ayaklanan ezilenleri baskı ve zor aygıtları (yargı, bürokrasi, kolluk kuvvetleri.. vb.) kullanarak şiddet yoluyla sindirmeye, yok etmeye çalışır. Devletin yapısal temeli, iktidarın politik ideolojik çizgisi ve sınıf hareketinin nicel ve nitel özellikleri karşı devrimin ezilen emekçi kesimler üzerinde uyguladığı şiddetin biçimini ve boyutunu belirler. Örneğin burjuva demokrasisi gelişmiş bir ülke ile ifade ve örgütlenme özgürlüğünün dahi olmadığı bir ülkede iktidarlar ezilenler karşısında aynı şiddet aygıtlarını kullanmazlar.
Ezilenler düşledikleri gibi; eşit, özgür ve onurlu yaşamak için mücadele ederler. Ne var ki hiçbir kapitalist devlet bunu istemez ve buna karşı çıkar. Resmi ideolojiyi kabul etmeyen ve harekete geçmek isteyen herkes iktidarın gözünde suçlu-vatan haini veya teröristtir. Tarih boyunca egemenlere karşı ayaklanan ezilenler, iktidarlar tarafından baskı ve zulüm görmüştür. Ezilenlerin şiddeti tam bu noktada meşrudur. Ama her şeyden önce zorunluluktur. “Bir kediyi köşeye sıkıştırırsanız o da son çare olarak sizi tırmalar. Devrimci şiddet tercih değil doğanın ve diyalektiğin yasalarının gereği zorunluluktur.” Bu zorunluluğu ortaya koyan olgu ezen-ezilen arasındaki çelişkilerdir. Ezilenlerin şiddeti tarihsel haklılık ve meşruluk zeminine dayanır. İşçi emeklerinin hiçe sayılarak düşük ücretlerle güvencesiz, sağlıksız ortamlarda çalışmalarına karşı işçilerin sermayenin karşısına dikilmeleri, binlerce yıllık ezilmişliğiyle her gün tacize, tecavüze, şiddete uğrayan kadınların öz savunma haklarını kullanmaları, dilleri, dinleri, kültürleri yasaklanan halkların kendi özgürlüklerini istemeleri, cinsel yönelimleri nedeniyle ötekileştirilenlerin nefrete karşı örgütlenmeleri gibi onlarca mücadele pratiği ve hattı mevcut. Yeni Çeltek’te maden işçileri “Üreten biziz yöneten de biz olacağız” diyerek haksızlığa ve sömürüye karşı grev yapmış, direniş komiteleri kurmuş, komünler örgütlemişlerdir. Yeni Çeltek’te olduğu gibi farklı çelişkilerle belli talepler etrafında mücadele eden tüm ezilenler için ortak payda aynıdır: tarihsel haklılık ve meşruluk!
Egemenlerin şiddeti devlet aygıtının ve sınıflarının oluşmasının bir ürünü olarak ortaya çıkmış ve şiddeti kurumsallaştırmıştır. Tarih boyunca bir sınıf diğer sınıfı şiddet yoluyla ezmiş, sömürmüş ve yok etmeye çalışmıştır. Devlet; baskı ve zor aygıtlarını oluşturarak kendine yedeklediği, hakimiyet kurduğu yığınlar üzerinden savaşı kışkırtmış, şovenizm ve ırkçılık propagandası yapmış, bir yandan da şiddeti/zoru ezilen kitlelerden yalıtmaya çalışmıştır.
Ezilenlerin şiddeti tepkisel bir hareket olarak gelişmiştir. Sosyalizm bilimsel temeller üzerine oturtulduğu zaman şiddet salt tepkisel bir dışavurum olmaktan çıkmış, ezilenlerin kurtuluşu ve nihai zaferi için zorunlu bir araç haline gelmiştir. Ezilenlerin şiddeti ile egemenlerin şiddeti arasındaki fark amaç-araç ilişkisidir. Egemenler; şiddeti kendi varlık nedeni haline getirmiş, ezilenler ise şiddeti kendi varlık hakkını kazanabilmek için bir yöntem olarak kullanmıştır.
Onur ve özgürlük isteyen ezilenler, iktidarın karşında durabilmek ve kendi tasavvur ettiği dünyayı yaratabilmek için devrimci şiddeti toplumsal bir eksende örgütlemelidir. Çünkü şiddet ya da zor yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir. Zira devrimci şiddet, toplumsal hareketin sayesinde kendine yol açan ve ölmüş, fosilleşmiş politik biçimleri darmadağın eden vazgeçilmez bir araçtır. Bu çerçevede şiddet, yeni bir toplumun doğumunun olmazsa olmaz koşuludur.