Filistin Mücadelesinde Neredeyiz? – Bahadır Çağırgan

Filistin’de onlarca yıldır süren işgal ve imha saldırılarının en üst düzeyde yaşandığı ve siyonist İsrail’in açıktan soykırıma giriştiği bir dönemden geçiyoruz. Yıllardır her araç ve yöntem ile yok edilmeye çalışılan Filistin halkının direniş hayaleti her daim siyonist rüyaları ziyaret etmeye ve işgalcinin surlarında gedikler açmaya devam ediyor. Filistin direniş örgütlerinin -işgalcinin “yenilmez” imajını tüm dünyanın gözü önünde yerle bir etmesine tekabül eden- 7 Ekim’deki devrimci atılım hamlesi ile işgalciye yaşattığı şok ve ardından gelen soykırım saldırıları da onlarca yıldır süren işgal ve direniş tarihinde yeni bir dönem açtı.

7 Ekim atılımı ve ardından gelen soykırım saldırıları, kaçınılmaz şekilde, dünya ölçeğinde bir saflaşmayı dayattı. Bu saflaşma sınırları çizilebilen üç cephede somutlaştı. Bunların birincisi, ABD emperyalizminin başını çektiği, zaman zaman birilerine “antisemitizm” atfederek kendisini savunan, işgalci siyonist rejimi meşru gören ve soykırımı meşrulaştıran bloktur. Saflaşmanın ikinci cephesinde, işgal ve ulusal kurtuluş ikiliğini kavrayamamış, 7 Ekim’i bu somut durum içerisinde görmek yerine Hamas’ın politik kimliğini öne sürerek İsrail’in psikolojik savaş aracı söz ve argümanlarının angajmanında saflaşma pozisyonuna düşenler yer aldı. Üçüncü cepheyi ise 7 Ekim atılımının ulusal kurtuluş savaşımı içerisindeki meşru ve cüretli konumunu kavrayabilmiş “ama ve fakatlara” sığınmadan özgürlük mücadelesinin yanında olanlar oluşturuyordu.

Dünya ölçeğindeki bu saflaşmanın Türkiye ve Kuzey Kürdistan gençliğindeki yansıması da özgün unsurlar içermesiyle beraber benzer oldu. Nedenleri ve sonuçları açısından bu coğrafyanın bir özgün yanı, özellikle gençlik kitleleri arasında yaygın olarak gelişen, Filistin özgürlük mücadelesi ile ve hatta “Filistin gündemiyle” ilişki kurmama ve “saflaşmama” eğilimi dikkate değerdir.
Gençlik açısından ortaya konulması gerekli en önemli somut durum depolitizmin yaygınlığıdır. Depolitizm kendisini sadece Filistin özgürlük mücadelesi ile ilişkilenmede değil birçok konuda göstermektedir. Doğrudan politik sebeplerden kaynaklı birçok soruna doğrudan maruz kalan gençliğin bu sorunlar karşısında politik bir tavır almaması, sorunların politik yönleri, gerekçeleriyle ve nihayetinde sisteme yönelik bir değişim itirazı üretmek ile ilişki kurmaması gençliğin mevcut tablosudur. Yoksulluk, güvencesizlik, eğitim ve benzeri birçok alanda niteliksizlikler gibi başkaca konulardan özel yönleri ile etkilenen gençliğin sisteme yönelik itirazını yaygın olarak görüp duymadığımız, demokratik karakterli hareketlerin nitelik ve nicelik bakımından darlık yaşadığı ve ayrıca yeni faşist nitelikte hareketlerin, gençliğin itirazlarını sahiplenmekte ve itirazlarının doğrultusunu yamultmakta zorlanmadığı ve hatta karşılık bulduğu bir dönemdeyiz.

Siyasi hegomonyanın demokratik gençlik hareketinin elinde olmadığı ve “düzen dışı ve muhalif” karakterdeki gençlik talepleri ve itirazları göçmen düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Arap düşmanlığı, şovenizm vb. açılardan yamultularak doğan öfke ve itirazın doğrultusu egemenlere değil ezilenlere doğrultulmaktadır. Bu durumun somut örneklerini Filistin’de soykırım devam ederken mevcut durumun insani yönüne dahi tek kelime etmekten imtina eden, direniş ve işgal tarihini çarpıtan, toplumun nabza göre şerbetçileri ve konforculuğun canlı kanlı örnekleri Celal Şengör ve İlber Ortaylı’nın ortaya çıkıp “Filistinliler topraklarını sattı.” yalanına sarılmaları görülmektedir. Bu söylemin bir “tarihçi” tarafından direniş ve işgal tarihini çarpıtması bir kenara, bu diskurun az önce tariflenen gençlik kitleleri tarafından sahiplenilmesi ve yeni faşist eğilimlerin ideolojik yoksunluğuna cevaplar üretme girişimidir. Bir diğer örnek de şovenist kesimlerin dönemsel olarak hatırladıkları Doğu Türkistan ulusal sorununu Filistin özgürlük mücadelesinin karşısına koyma çabasıdır. Filistin’in özgürlüğünü savunanlara karşı “ama Doğu Türkistan’da da oluyor” söylemi üretmek de ezilenlerin ilişkisini kurmak yerine şovenist bir perdeden ezilen ayrıştırıcı gayrısamimi hak savunusuna tekabül etmektedir. Doğu Türkistan özgürlüğü savunusunun Filistin dostlarına yöneltilmesi, yeni faşist hareketlerin egemenlere yönelmesi gereken öfkeyi ezilenlere doğrultma karakteri ile uyuşmaktadır.

Filistin’in özgürlüğü ile ilişki kurma konusunda toplumun bir kesimi böyle iken emekçi-sol ve demokratik kamuoyunda ise daha çok yazının başında bahsedilen ikinci ve üçüncü cephelerde konumlanma vardı. Filistin özgürlük mücadelesini sahiplenen ancak Hamas’ın direnişteki konumu üzerinden özgürlük mücadelesinin meşruiyetine gölge düşüren kesimler ve 7 Ekim’in hemen ardından dahi Filistin’in kurtuluşunun iki devletli “çözüm” ile olduğunu işaret edenler vardı ve hâlâ varlar. Emekçi-solun ulusalcı angajmandan kurtulamamış “laiklik” savunucusu bölükleri Hamas’a şerh düşme ve İsrail psikolojik harp ürünü olan “sivil ölümleri” ile meşgul olma girdabından çıkamazken bir yandan da Almanya reformist solunun etkisinden çıkamamış, antisemitzmi yanlış anlamış, ulusların kaderini tayin hakkını eğip büken kesimler de iki devletli “çözüm” üzerinden işgalci yerleşimcilerin avukatlığı pozisyonuna düşmüş oldular. Emekçi-sol içerisindeki bu bölüklerin genel olarak ezilenlerin şiddetiyle kurdukları meşruiyet ilişkisi de ortak bir nokta oluşturmaktadır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan demokratik mücadelesinin en önemli bölüklerinden Kürt ulusal özgürlük hareketinin Filistin ulusal özgürlük hareketi ile yeterince bağ kuramamış olması da halihazırda önemli bir noktada duruyor. Ortadoğu’nun düğümlendiği iki noktada işgale karşı özgürlük mücadelesini yıllardır sürdüren ve birleşik devrimin anahtarını ellerinde tutan iki ulusal hareketin inorganik bir bağ dahi kuramamış olması önemli bir zayıflık olarak önümüzde duruyor.

Emekçi-sol kesimlerin bu parçalı tavrına rağmen Filistin özgürlük mücadelesini tüm birikimi ve deneyimi ile savunan, ezilenlerin şiddetinin meşruiyetini tartışmaya açmayan bölükler de varlar. Ancak özgün bir durum olarak yine önümüzde durması gerekir ki bölgesel devrim cephemiz olarak değerlendirdiğimiz Filistin mücadelesinin topraklarımızdaki yankıları Avrupa’nın sokaklarının ve Amerika’nın kampüslerinin çok gerisinde duruyor. Emekçi-solun ve gençlik hareketinin bir süredir kitlesel olarak militan pratiklerden uzaklaşmasının ve tasfiyeci saldırılar karşısında geriye düşmüş sokak mücadelesinin bir yansımasını da Filistin özgürlük mücadelesi ile ilişki kurma konusunda yaşandı. Türkiye devletinin Ortadoğu’daki işgalci, sömürgeci pozisyonuna ek olarak İsrail ile askeri, diplomatik ve ticari organik ilişkilerinin ayan beyan oluşu ciddi bir yarılma yaratmaya açık konular iken bu kanala Türkiye devletinin işgal(ler)deki konumunu doğrudan teşhir edecek ulusal özgürlükçü ve devrimci perspektiften bir müdahale yapılamadı.

Önümüzde bu geri yanlara rağmen ileri pratikler yaratmış ve AKP’yi teşhir ederek iktidar ile kitleler arasındaki çatırdamaya katkı sağlamış bir örnek olarak Filistin İçin Bin Genç hareketi duruyor. Anti-emperyalist bir cephe oluşturma iddiası ile ortaya çıkan bu grup Türkiye devletinin ve sermayesinin işgaldeki konumunu teşhir etme konusunda başarılı örnekler ortaya koydu. Gerek SOCAR önündeki pratik gerekse İstiklal Caddesi’nde gösterilen direnç kamuoyunda bir ses ve yarılma yarattı. Bakanlıkların bu duruma karşı harekete geçmesini ve diplomatik görüşmeleri peşinden getirdi. Ayrıca AKP’nin muhafazakâr kitleler ile arasındaki yarılma oluşturmaya açık kırılımı derinleştirecek ifşaları bizzat devletin kendisi yapmış oldu. Emekçi-sol ve gençlik hareketinin toplamı, Avrupa ve Amerika’daki kampüs ve sokak eylemlerini sadece selamlayan bir yerde olması ve “Küresel İntifada” çağrısının doğrudan öznesi olamaması açısından oldukça geride kaldı. Faşizmin, emekçi-sol cepheyi uzun süredir geriye ittiği tablo bunda etkili olmuştur denilebilir. Bu geriye düşmenin ve Filistin direnişinde Hamas’ın öncü konumda olduğu dengenin de bir yansıması olarak, Filistin özgürlük hareketinin hem tarihsel hem de doğal dostu olan emekçi-sol bölüklerin edilgen konumda kalması, buna karşılık Yeniden Refah, Hüdapar ve AGD gibi politik islamcı karakterli kurumların Filistin üzerinden politika kuracak alan kazanmasını da doğurmuştur.