Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü, 31 Aralık 2024’te Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ile bir protokol imzaladı. Protokole göre Ülkü Ocakları, halk eğitim merkezleri olarak bilinen yaygın eğitim kapsamında “genel, mesleki ve teknik kurslar” düzenleyebilecek. Aynı şekilde ortaokul düzeyinde de bu tipte çalışma ve etkinlikler gerçekleştirebilecek.
Faşist çete örgütlenmesi olan Ülkü Ocakları’yla MEB arasında imzalanan bu protokol ne anlama geliyor? Türkiye siyasi tarihini birazcık olsun karıştıran herkes görecektir ki, Ülkü Ocakları antikomünist ve karşı devrimci bir harekettir. Emekçi halk hareketlerinin, işçi hareketinin, gençlik ve kadın özgürlük mücadelesinin yükseldiği her dönemde isyancıların karşısında özel bir güç olarak dikilen kuvvetin ülkücü faşist hareket ve onun örgütü Ülkü Ocakları olduğu tarihle sabit olmakla birlikte bugünün de gerçeğidir. Uzaklara gitmeye gerek yok, daha birkaç ay önce fail Semih Çelik tarafından katledilen genç kadınlar Ayşenur ve İkbal’in ardından yükselen kadın isyanına saldıranın bu faşist örgütlenme olduğunu görebiliriz. Eylemlerde yükselen “Jin, Jîyan, Azadî!” sloganlarını ve bir bütün olarak hareketi karşısına alan, üniversitelerde ve kent meydanlarda kadınlara saldıranlar faşist Ülkü Ocakları’dır. Ülkü Ocakları’nın antikomünist ve karşı devrimci saldırılarına saymakla bitiremeyiz elbet ama yazımızın konusu bu olmadığı için lafı çok uzatmaya gerek yok, dünden bugüne Ülkü Ocakları’nın faşist çete örgütlenmesi olduğunu söyleyip geçmekle yetinelim.
Halka yönelik gerçekleştirilen devlet katliamlarından tutalım da mafya ve çete liderleriyle ilişkilere ve organik ilişkilenişe uzanan, değişik zamanlarda gerçekleşen faili meçhul cinayetler ve siyasi suikastlere varan haritaya baktığımızda ülkü ocaklarının izini görmek mümkündür ve bu oldukça da yaygındır. Ama bugün niyetimiz ülkü ocaklarının tarihsel gelişimini, misyonunu ve işlevini ele almak değil, buradan derinleşmeyeceğiz. Konumuz 2024’ün sonunda MEB ile Ülkü Ocakları arasında imzalanan protokoldür.
AKP’nin “dindar ve kindar bir nesil yetiştirme” hevesi ve bu yöndeki icraatları yıllardır devam ediyor. İstedikleri çıktıyı vermese de bundan vazgeçmiş değiller. Siyasal islamcı ideoloji etrafında bir nesil yetiştirmek istediler ve aynı zamanda devlet içindeki güç dengelerine bağlı olarak zaman zaman değişik soslarla ulusalcı faşist Türkçü damarı da bir biçimiyle canlı tutmayı denediler.
Türkiye’de eğitim sistemi ırkçı-faşist karakterde ve siyasal islamcı nitelikte olmakla birlikte anti-bilimsel, anti-demokratik, piyasacı, tekçi ve cinsiyetçidir. Sermaye sınıfının ihtiyaçları ve devletin resmi ideolojisine bağlı olarak dizayn edilir. Değişik sermaye çevreleriyle, siyasal islamcı vakıflarla ve ülkü ocakları gibi faşist örgütlenmelerle eğitim kurumları arasında bu tipte protokoller imzalanması, devlet kurumları içerisinde bunlara alan açılması, devlet aklının doğrudan yönelimidir. MEB ve Ülkü Ocakları arasında imzalanan protokol de bu zeminde değerlendirilmelidir.
Erdoğan “Dindar ve kindar bir nesil istiyoruz.” dediğinden beridir “bir nesil yetiştirmek” meselesi esasen AKP ile hatırlanan bir fiil olarak zihinlerde yer edinmiş oldu. Ancak onunla kalmadığını görmek gerekir. Devletin içinde bulunduğu klikler koalisyonu hali ve egemenler arası çelişkilerin varlığını koruduğu koşullar içinde, eğitim ve değişik türden kamu hizmetleri alanında atılan adımları bu gerçeklikten ayrı ele almamak gerekir. Egemen klikler arasında ne kadar çelişki olursa olsun, rejim için devlet aklı ve çizgisini korumak esastır. Bahsettiğimiz tablo içinde atılan bu adımı AKP-MHP ortaklığının bir çıktısı olarak görmek ve bu zeminde değerlendirmek isabetli olacaktır.
Sermaye sınıfının çıkarlarını ve siyasi iktidarını korumakla mükellef ve bugünkü haliyle devletin paramiliter gücü olmaktan başka bir şey ifade etmeyen, halk düşmanı faşist çete örgütlenmesi Ülkü Ocakları okullarda ve halk eğitim merkezlerinde ne yapacak? Irkçı-şoven ve ulusalcı bir gençlik yaratmanın bütün yollarını deneyecekler. Bilim karşıtı fikir ve eylemleriyle, sorgulamayan bir nesil yaratmaya çalışacaklar. Hakkına sahip çıkan ve geleceği için itiraz eden liselileri sindirmeyi hedefleyecekler. Devrimci öğrencilere yönelik saldırıların dayanağı haline gelecekler ve bizzat tertipleyeni olacaklar. Kadın düşmanı bir nesil yetiştirmek için ellerinden geleni yapacaklar. Sadece liselilerin değil, aynı zamanda hem ortaokul düzeyindeki öğrencilerin hem de halk eğitim merkezlerine giden yetişkinlerin devletin ideolojik-siyasal çizgisinde şekillenmelerini ve davranmalarını sağlamaya çalışacaklar. “Etkinlik” adı altında okullarda faşist gösteriler örgütleyecekler. Bir etkinlik vesilesiyle liseleri ve üniversiteleri nasıl faşist gösteri alanlarına çevirdiklerini biliyoruz. Eğitim kurumlarında kurs verip, öğrencilere burs dağıtıp, ara sıra seminer örgütlemekle yetineceklerini sananlar yanılırlar. Bu protokol, değişik kademede eğitim kurumlarında faşist örgütlenmenin zeminini güçlendirmek için atılmış siyasal bir adımdır. Ancak bunu yalnızca ideolojik ve siyasal bir adım olarak yorumlamak eksik kalır. Hedefleri düpedüz Ülkü Ocakları’nı örgütlemektir. Bu protokol Ülkü Ocakları’nın örgütsel hedeflerini de ortaya koymaktadır. Ülkü Ocakları’nın geniş gençlik kesimlerinin örgütlendiği bir merkezi haline getirmeyi hedefleyecekler ve bunun için çalışacaklardır.
Rejim, eğitim ve kültür alanında istediğini başaramadığını defalarca itiraf etti ama denemekten vazgeçmedi. Şimdi ise bu protokolle birlikte yeni bir adım atılıyor. 4+4+4 modeli, yaygın imam hatipleştirme, müfredat değişiklikleri, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, ÇEDES, MESEM, vakıflar ve şirketlerle imzalanan onlarca protokol ve fiili adımlarla ilköğretim ve ortaöğretim kurumları kuşatılmış durumda. Eğitim kurumları ucuz emek gücünün ve çocuk işçiliğin merkezlerinden biri haline getirilmekle birlikte diğer taraftan da ideolojik olarak şekillendirilmek isteniyor. Ancak rejimin bu konuda henüz istediği sonuçları elde etmediği de ortada.
Eğitim sistemindeki sorunlar demokratik gençlik hareketinin en temel mücadele başlıklarından biridir. MEB ve Ülkü Ocakları arasında imzalanan başta olmak üzere, şirketler ve siyasal islamcı vakıflarla imzalanan benzer protokollerin iptalinin mücadele gündemi haline getirilmesi önemlidir. Bu tipte protokollerin iptal ettirilmesi hedefiyle hareket edilmeli ancak mesele tek başına protokollerin iptal edilip edilmemesine sıkıştırılmamalıdır. Gençlik hareketinin dikkat merkezinde durması gereken nokta, bu ve benzer çalışmalar etrafında liseli ve üniversiteli gençliğin saflaştırılması ve örgütlü mücadeleye katılımını örgütlemek olmalıdır. Bununla birlikte öğrenci ailelerinin ve emekçi memurların tutum almasını sağlamak bir mücadele basamağı olarak değerlendirilmelidir. Yapılması gereken ilk çalışmalardan biri bu protokol ve benzer adımların teşhiri olmalıdır. Bu tek başına demokratik lise mücadelesi yürüten kuvvetlerin değil, tüm devrimci demokratik gençlik hareketinin ve eğitim emekçilerinin gündemi olarak ele alınmalıdır.