İntihar, en yalın haliyle kişinin yaşamına kendi eylemiyle ve iradesiyle son vermesini ifade eder. İntihar düşüncesi, çoklu nedenselliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve bu nedensellikler, çoğu zaman kişinin değiştiremeyeceğini düşündüğü durumlarda eylemle buluşur. Kişiyi intihara sürükleyen birçok koşul varken, intihar eylemini sadece kişinin iradesine atfetmek adil olmaz. Bu nedenle, her intiharı tetikleyen biricik sebepten öte çoklu nedenselliklere bakmak gerekiyor. İntihar, kimi zaman yaşamın getirdiği zorluklar ve bunalımlardan bir kaçış, kimi zaman yaşarken hayatına tanık ve yoldaş bulamayanların ölümüne bir tanık arayışı, kimi zaman da yaşamın acımasızlığına karşı sessiz bir protesto halini alır. Marmaray raylarına atlayarak yaşamına son veren, ardında bıraktıkları notta geleceğe dair umutsuzluğunu paylaşan gençler, ulaşımı durdurarak kendilerini intihara sürükleyen bu düzene isyanlarına ve ölümlerine bir tanık arıyor olabilirler mi?
Bugün özellikle gençlik intiharlarına bakarsak intiharın bir protesto halini aldığı ve eskisi gibi “sessiz sedasız” intiharların yerini bizlere seslenen ve ölümlerine tanık arayan biçimlere bıraktığını görüyoruz. Tarikat yurdunda kalırken çıkışsızlıkla intihara sürüklenen tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara video çekti ve bizlere seslendi, Anadolu Üniversitesi öğrencisi Resul bir mektup yazarak okul yemekhanesi kadar görünür bir mekanda yaşamına son verdi. KYK odalarında, AVM’lerin katlarında, arkada “Gelecek göremiyorum.” notlarıyla ama mutlaka bir seslenişle intihar eden gençler yaşamın olağan akışına müdahale ederek, sessiz çığlıklarına bir ses bularak, bir tanık arayarak son veriyorlar yaşamlarına. Gençliğe, topluma, kendilerini intihara sürükleyen bu çürümüş düzene bir mesaj bırakıyorlar aslında.
Kişinin intihar düşüncesi ve eylemi çoğu zaman psikolojik rahatsızlıkların bir sonucu olarak görülür. Bu noktada “Peki, psikolojik olan nedir ve nasıl ortaya çıkar?” sorusunu sormak gerekir. İntiharı sadece birey psikolojisinin bir konusu ve patolojik nedenlere indirgeme eğilimi, intiharları toplumsal çelişkilerden ayrıştırır ve bütünle olan bağını yadsır. Patolojik istisnaları bir kenara bıraktığınızda, psikolojik sorunlar özellikle depresyon ve anksiyete gibi sıkça rastlanan rahatsızlıklar, kişinin yaşam boyu deneyimlerinin zihnine etkisiyle, kişinin düşünme biçimini ve duygularını tahrip etmesiyle ortaya çıkar. Bu tahribatın büyük bir kısmını da kişinin yaşadığı ortamı oluşturan toplumsal dinamikler yaratır. Her intiharın kendine özgü sebepleri ve itici güçleri olmakla birlikte, yalnızlık, aidiyetsizlik, yaşamda varoluşuna dair anlamsızlık ve geleceğe dair ümitsizlik hissi her intihar öyküsünün bir parçasıdır. Tarihin her anında intihar eylemi bir olgu olarak var olmuştur ancak günümüz toplumunda intihar oranlarında adeta alarm verecek düzeyde bir artış görülmektedir. Özellikle gençler arasında yalnızlık ve geleceksizlik hissine karşı bir çığlık yükselmekte ve neredeyse her hafta bir genç yaşamına son vermektedir.
Toplumsal adaletsizliklerin artışı, burjuva hukuk düzeninin artık topluma hiçbir adalet vaat etmeyişinin getirdikleri, toplumsal bütünlüğe dahil olamama, dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalma, toplumsal baskılar, geleceksizlik, derin yoksulluk, genç kadınlar üzerindeki erkek şiddeti ve erkek egemen yaşam dayatmaları gençlik intiharlarının temel nedenlerini oluşturur. Bunların yanı sıra genç LGBTİ+ intiharları, işsiz gençlerin intiharları, ulusal ve inançsal baskılardan kaynaklanan intiharlar, atanamayan öğretmen intiharları gibi bir dizi örnek, toplumsal sorunlar karşısında gençliğin intihara sürüklendiği tabloyu ortaya sermektedir.
Üniversiteli gençliği intihara sürükleyen diğer temel nedenler arasında ise geleceksizlik ve yoksulluk yer alır. Üniversiteli gençlik bakımından derinleşen barınma krizini kendi ideolojisine yontarak çözmeye çalışan devletin önümüze çıkardığı cemaat yurtları da intiharın nedeni ve mekanı olarak karşımıza çıkar. Enes Kara, 2022’de yaşamına son vermeden önce çektiği videoda, “Herkes doktorluktan kaçıyor, çünkü mobbing var, uzun süreli nöbetler var, hastadan şiddet görme ihtimali var, köle gibi çalışıyorsunuz. Ben böyle bir gelecek istemiyorum. Bulunduğum cemaat yurdunda namaz kılma ve cemaatin dersine katılmak zorunlu, verdikleri kitapları okumak zorunlu, kendim Müslüman değilim, ailem bilmiyor, buradan ayrılmak istediğimi söylediğimde ise ‘Hayır’ cevabını aldım.” demişti. Enes’i kapitalist sömürü düzeni, iktidar eliyle palazlandırılan cemaat örgütlenmeleri ve siyasal İslamcı politikalar ile yaratılan ailenin kıskacında sıkıştırıp intihara sürükleyen nedenselliklere baktığımızda gençlik hareketinin yaygın sloganı “İntihar Değil, Bu Bir Cinayet!” anlam kazanıyor. Enes’in ardında bıraktığı bu sözlerle anlattıkları binlerce gencin paylaştığı biçimde yoksullaşma krizi ve faşist baskıların yarattığı öfkenin dışa vurumudur. Bu nedenle birçok genç intiharı arasından Enes’in isminin bunca sahiplenilmesi de yoksulluk, geleceksizlik ve faşist baskılar karşısında sıkışmış yaşamlarımızın kader ortaklığı ve aynı öfkeyi taşıyor oluşundan gelmektedir.
Bu yazıyı yazdığımız günlerde de ise 16 yaşındaki Cevdet Efe, çocukluk yılları boyunca süren cinsel istismarın ardından faillerin mahkeme tarafından beraat ettirilmesi sonrası yaşamına son verdi. Yargı failleri akladı, istismara uğrayan Cevdet’in de adalete ve yaşama dair son inancını söküp alarak yaşamdan kopardı. Bu yozlaşmış sömürü düzeni her geçen gün bir başka gencin umutlarını ve yaşamını elinden alıyor ve cinayetlerine bir yenisini ekliyor. Gençlik, bir dizi sancılı krizden geçiyor ve bunların arasında yaşam mücadelesi verirken bu krizlerden çıkmaza girip intihara sürükleniyor. Genç intiharlar bu bağlamda okunmalıdır. Peki gençliği intihara sürükleyen, yalnız, çaresiz ve umutsuz hissettiren bu sistemin karşısında neye ihtiyacımız var? Geleceğe dair umutsuzluk, yalnızlık ve çaresizlik hissinin intihara sürüklediği gençliğin öncelikle umut etmeye ihtiyacı var. Umut, değişim için çaba harcamanın anahtarıdır. Fakat umut; soyut, ruhani, havadan kapılan bir duygu değildir. Her duygu gibi umut da nesnel gerçeklerden kopup gelir ve onlarla var olur. Yoksullaşma krizinin altında ezilen, yaşamını sürdürebilmek için okurken çalışmak zorunda kalan, ötekileştirilen, söz-eylem-örgütlenme özgürlüğü kısıtlanan gençlik kitleleri kendini kadercilikten sıyırıp birikmiş öfkesini kendi yaşamına değil, yaşamlarımızı bizden çalan kapitalist sömürü düzenine ve onun burjuva faşist iktidarına yöneltmelidir; umudu doğuracak olan tam da budur.
Bugün gençliği intihara sürükleyen yalnızlık ve çaresizlik hissinin yerine umudu ve dayanışmayı koymak, örgütlü mekanizmaları güçlendirmek ve kolektif bir kültürü yaratmaya duyulan ihtiyaç her zamankinden fazladır. Bu nedenle dayanışmayı ve kolektif kültürü büyüteceğimiz örgütlü mekanizmaların güçlendirilmesinde sorumluluk almak, söz-eylem, örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı direnişi büyütmek hem gençliğin hem de tüm toplumsal kesimlerin zorunluluğu olarak ele alınmalıdır. Yeter ki kendimize bir şiar edinelim: Yalnız ve çaresiz değiliz, dayanışmayı ve umudu yükseltelim!